İsrail, bağımsızlığını kazandığı 1948 yılından bu yana, Orta Doğu'da kendini bir güç olarak kabul ettirmek için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Ancak, Foreign Policy dergisinin son makaleleri, bu hedefin önünde ciddi engellerin bulunduğunu ortaya koyuyor. Hem iç hem de dış dinamikler, İsrail'in bölgesel güç olma çabalarının önünde birer engel teşkil ediyor. Peki, bu engeller nelerdir ve İsrail'in stratejik geçmişi nasıl bir rol oynamaktadır? İşte bu yazımızda bu soruları yanıtlayacağız.
İsrail’in stratejik hedefleri, kurulduğu günden bu yana çeşitli nedenlerle şekillenmiştir. Bölgedeki çatışmalara ve barış anlaşmalarına導ırarak, İsrail’in kendi güvenliğini sağlama çabası ön plana çıkmıştır. Ancak, bu güvenlik arayışında pek çok zorlukla karşılaşılmıştır. Filistin toprakları üzerindeki tartışmalar, komşu Arap ülkeleriyle yaşanan çatışmalar ve uluslararası toplulukla olan ilişkiler, İsrail’in bölgesel güç olma hedefini zora sokan faktörlerdir. Dış politika stratejileri, her ne kadar güçlü bir ordu ve teknolojik yeniliklerle desteklense de, bu çatışmalı ortamda kalıcı bir barışı sağlama yolunda pek çok engelle karşılaşmaktadır.
İsrail’in güvenlik konusundaki hassasiyeti, unsurunu oluşturduğu Orta Doğu coğrafyasındaki dengesizliklerden kaynaklanıyor. Özellikle, 1970’lerde ve 2000’li yıllarda yaşanan intifada dönemleri, İsrail’in iç işleyişinde önemli değişikliklere neden oldu. Bu süreçte, uluslararası destek ve özellikle ABD ile olan ilişkiler, İsrail’in stratejilerinde belirleyici bir rol üstlenmiştir. Ancak, zamanla bu uluslararası ilişkilerin de sorgulanmaya başlaması, İsrail’in bölgesel güç olma hayalini baltalamış durumda.
İsrail’in bölgesel güç olmasının önündeki bir diğer engel de iç dinamiklerdir. Toplum içindeki siyasi bölünmeler, farklı etnik ve dini grupların varlığı, siyasi sağ ve sol arasındaki ideolojik çatışmalar, ülkenin bir bütün olarak hareket edebilme kabiliyetini azaltmaktadır. Özellikle son yıllarda, sağcı hükümetlerin kontrolü altında, Filistin ile olan ilişkilerin daha da kötüleştiği ve toplumdaki ayrışmaların derinleştiği gözlemlenmektedir. Bu da, uluslararası alanda daha fazla destek bulma çabalarının başarısını olumsuz yönde etkilemektedir.
Dış dinamikler de, İsrail’in bölgesel güç olma hedefinin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Orta Doğu’daki güç dengeleri hızla değişirken, İran gibi ülkelerin artan etkisi, İsrail için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, Arap ülkeleriyle olan ilişkiler de giderek karmaşık bir hal almıştır. Normalleşme sürecinin ilerlemesi, bir bakıma olumlu görünse de, bu süreçte pek çok ülkede iç siyasete yönelik tepkilerin de yaşanması, İsrail’in bu ilişkilerdeki rolünü sorgulatmaktadır. Ayrıca, ABD’nin Orta Doğu politikalarındaki değişiklikler, İsrail’in stratejik planlarını etkileyen bir diğer önemli faktördür.
Sonuç olarak, İsrail’in bölgesel güç olma hedefi, tarihi ve güncel birçok faktörle sınırlı kalmaktadır. Hem iç hem de dış dinamikler, bu hedefin gerçekleştirilmesini giderek güçleştirmekte ve zamanla daha da karmaşık bir hal almaktadır. İşte bu nedenlerle, Foreign Policy’in vurguladığı gibi, İsrail’in bölgesel güç olma yolundaki engellerin aşılması, sanıldığı kadar kolay görünmüyor. Bu bağlamda, İsrail’in gelecekte nasıl bir dış politika geliştireceği ve bu politikaların bölge üzerindeki etkileri, dünya gündeminde önemli bir tartışma konusu olarak yer almayı sürdürecektir.